Bahsetmek Kelime Kökeni, Kelimesinin Anlamı


Türkçe kelime haznesindeki birleşik türde sözcükler arasında yer alan bahsetmek TDK’de (Türk Dil Kurumu’nda) “bir konu üzerinde söz söylemek ya da konuşmak” olarak tanımlanmış bir kelimedir. Arapça dilinden gelmiş ve Arapça dilinde “bahs” kelimesi ile Türkçe dilindeki etmek fiili ile birleşerek ortaya çıkmıştır.


Bahis Ne Demek, Ne Anlama Gelir

Çok sık yazımı karıştırılan bahsetmek birleşik kelimesi bitişik yazılmalıdır. Bahis etmek şeklinde yazılması yazım ve anlam hatası yapıldığı anlamına gelir. Çünkü bahis etmek bahse girmek anlamındadır ve Türkçe dilinde böyle bir ifade yoktur.

İslâm’ın ilk nesilleri arasında hikmet kelimesinin bazan Hz. Lokman’a nisbet edilen sözler, bazan da tecrübe birikiminin ürünü özlü sözler anlamında kullanıldığını gösteren örneklere çeşitli hadis kitaplarında rastlanmaktadır (, “ʿİlim”, 1; Dârimî, “Muḳaddime”, 34; Buhârî, “Edeb”, 77). Edebî eserlerde de yer yer Lokman’a ait olduğu söylenen “hikmet mecmuası”ndan söz edilirken bundan “mektûb fi’l-hikme” ifadesiyle iktibaslarda bulunulur (Câhiz, II, 65, 74, 76, 78, 149). Öte yandan ashap ve tâbiînden nakledilen sözler arasında da hikmete ulaşmayı teşvik edici ifadelerin yer aldığı ve hikmetin övüldüğü görülmektedir. Ancak bu tür hikmetli nakillerin Hz. Peygamber’in sözleri gibi dinî bir bağlayıcılığı olmadığı Buhârî’nin naklettiği İmrân-Büşeyr diyalogundan (“Edeb”, 77) anlaşılmaktadır. Ayrıca hadis kitaplarında, herhangi bir Arap hakîminin bütün söylediklerinin doğru kabul edilemeyeceği, bir hakîmin ağzından şeytânî sözlerin de çıkabileceği hususunda birtakım uyarılar yer almıştır. Nitekim Muâz b. Cebel, gelecekte sakınılması gereken fitneler arasında “hakîmin sapıklığı”nı da saymış, şeytanın hakîmin dilinden sapıkça fikirler yayabileceği konusunda uyarıda bulunmuştur (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 6).

BAHİS NE DEMEK, NE ANLAMA GELİR

Allah’ın hakîm, fiillerinin hikmetli olduğunu Ehl-i sünnet kelâmcıları da kabul etmekle birlikte bunlar ilâhî fiillerin illete dayandırılmasını reddederler. Onlara göre Allah zâtıyla hâlik olup O’nun herhangi bir şeye muhtaç olan varlık konumuna düşmesi ya da başka türlü yapmaktan âciz kalması söz konusu değildir (, s. 96-99). Şu halde fiillerinde O’nu bağlayan bir illetten söz edilemez. Hikmet övgü ve üstünlük, sefeh ise eksiklik özelliği taşıdığı için naslarda da zikredildiği üzere Allah hikmetle nitelenmiş ve sefehten berî kılınmıştır. O her şeyde hakîmdir ve yaptıklarında hiçbir zaman sefeh yoktur. Bununla beraber dilediğini yapar, dilediği gibi hükmeder, hiç kimsenin O’nun üzerinde bir velâyeti veya otoritesi yoktur, O’nu engelleyecek bir şey de söz konusu olamaz (Bâkıllânî, s. 50-52; Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, s. 49, 130-131; Şehristânî, s. 397-398). Ayrıca Allah fiillerini bir amaç için yapıyorsa bu amacın mutlaka ve tamamen gerçekleşmesi gerekir; aksi takdirde Allah amacına ulaşamayan âciz bir varlık durumuna düşer. Allah yaptıklarıyla ilgili olarak sorgulanmaz, O mülkünde mutlak tasarruf sahibidir (Şehristânî, s. 402-405, 410-411).

Allah’ın hakîm olduğunu kabul eden Ehl-i sünnet kelâmcıları, fiillerindeki hikmetin O’na değil mahlûkata ve onların düzenlerini sağlamaya yönelik olduğunu söylerler. Bu da yaptığı veya yarattığı şeylerdeki muhkemlik ve yerli yerinde oluşla kendini gösterir. Ancak Ehl-i sünnet âlimleri hikmeti ispat ederken ilâhî kudreti sınırlandırma anlamı taşıyan görüşlerden titizlikle kaçınmışlar, bu sebeple hikmete uygunluk da dahil olmak üzere herhangi bir şeyin Allah için gerekli olduğunu söylemeyi doğru bulmamışlardır. Böylece kudreti asıl, hikmeti kudret karşısında tâli bir vasıf saymışlar ve fer‘in asla ters düşmesi halinde geçersizliğini savunmuşlardır. Fakat teorik olarak Allah’ın zâtına hikmetle iş görme mecburiyetinin izâfe edilmemesini O’nun abesle nitelenmesi ya da hikmetsiz iş görmesi şeklinde yorumlamamışlardır. Sonuç olarak bu âlimleri ta‘lîle karşı çıkmaya sevkeden sebeplerden biri ta‘lîl anlayışının Allah’ı başka şeye muhtaç ve o şeyle yetkinleşen nâkıs bir varlık konumuna düşüreceği endişesi, diğeri de illet arayışında her bir illetin, kendisini meydana getirecek başka bir illete muhtaç olacağı, bunun da teselsülü, hatta kıdemi gerektireceği kaygısıdır (Râzî, , I, 350-354; Âmidî, s. 224, 230, 233; Beyzâvî, s. 203-204; Adudüddin el-Îcî, s. 331-332; Teftâzânî, IV, 301-302). Ehl-i sünnet âlimleri bu görüşlerini Mu‘tezile karşısında savunurken zaman zaman uç noktada misaller vermişler, Allah’ın kudretine halel getirmeme düşüncesiyle naslar ve mevcut hayat şartlarıyla ilgisi bulunmayan teorik ihtimalleri Allah’a nisbet etmekte sakınca görmemişlerdir (, s. 150).

Bahis Kelime Kökeni, Kelimesinin Anlamı

Müteahhir Selef âlimleri, Allah’a hiçbir şekilde vücûb nisbet etmeme konusunda Ehl-i sünnet kelâmcılarıyla aynı görüşü paylaşırken hikmet ve ta‘lîl hususunda onlardan ayrılırlar. Selef âlimlerine göre filozofların iddia ettiği şekilde Allah’ın fiiline gayri iradî ve zorunlu bir gāî illet nisbet edilemeyeceği gibi kelâmcıların ileri sürdüğü tarzda Allah’a noksanlık izâfe edileceği, illetin kıdeminin mâlûlün kıdemini gerektireceği, O’nun hâdislere mahal teşkil edeceği, teselsül meydana geleceği vb. gerekçelerle Allah’ın fiillerinde ta‘lîli reddetmek de doğru değildir (İbn Teymiyye, V, 286-288; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 206-216). Çünkü bir amaca ve hikmete göre iş yapma O’nun kudret ve dilemesiyle olmakta, herhangi bir şekilde muhtaç oluşundan kaynaklanmamaktadır. Allah’ın bir hikmete dayanan iradî fiiliyle kemâl bulacağı iddiası, aynen O’nun zâtı ve sıfatlarıyla kemâl bulduğunu söylemek gibi anlamsızdır (İbn Teymiyye, V, 337). Dolayısıyla Allah’ın fiillerini kadîm bir illete bağlamak câiz değildir, ancak hâdis bir illetten söz etmek mümkündür. Zira varlıkların bir başlangıcı bulunduğundan O’nun fiil ve hikmeti de kadîm olmayıp hâdistir. Kıdem söz konusu olmadığı sürece buradaki hikmet veya hâdis illete başka bir illet gerekmez (, V, 343-344). Her şeyi akla göre belirleme aşırılığına tepki gösteren Eş‘arîler’in, aklın onayını ve dolayısıyla hikmeti tamamen dışlamak suretiyle aksi yönde bir aşırılığa düştüğünü belirten geç dönem Selefiyye âlimleri, ilke olarak herhangi bir fiilin üstünlüğünün, amaçlanan iyi sonuca yöneltici bir hikmetin eseri olmasına bağlı olduğunu söylerler. Başka bir ifadeyle isabetli fiiller fâilinin hikmet sahibi, bilgili ve iyi bir seçici olduğuna işaret eder; böyle olmayanlar ise tesadüf eseri sayılıp çocukların veya delilerin davranışlarına benzetilir (İbnü’l-Vezîr, s. 181-183).

BAHşETMEK NEDIR > NEDIR IçINDE ARAPçA KöKENLI KELIMELER